Günümüzde evrensel hak ve adalet kavramlarının batılı tarz liberal demokrasilere ait yüksek söylemlere dahil olması bu kavramların aynı zamanda kuşkulu olmasına yol açıyor. Nitekim batılı tarz demokrasilerde dünya görüşünün merkezine oturan “batı benmerkezciliği” evrensel vurguların çeperini daraltıyor ve batıya özgü bir söyleme dönüştürüyor. İnsan olarak herkesin hak ettiği evrensel temaların batılı bir içerikle doldurulmuş olması ise hak ve özgürlük taleplerinin Avrupa veya Amerika üzerinden yapılması için sistemi zorluyor. Bu gün özellikle müslüman ülkelerin geçerli “evrensel haklar” temasına kuşkuyla yaklaşmasının altında da bu etken yatıyor.
Bu durum iki sonucu beraberinde getiriyor. Birincisi: Evrensel barış toplumunun inşasında batı usulü denemenin başarısız olması. İkincisi: Açılan boşluğun doldurulmasında alternatif yeni bir sistemin imkanı. Yani dil, din ve ırk ayrımlarını ortak bir noktada buluşturup aynı potada eriten eşitleyici bir sistem…Tam da bu noktada denenmiş bir olgu olarak Osmanlı örneği yeniden gündeme geliyor.[i] Osmanlı’nın farklı kimlikler altındaki onlarca millet için ürettiği bir arada yaşama imkanını sağlayan dinamikler tekrar ele alınıyor. Ve bu dinamiklerin günümüze uyarlanmış haliyle tekrar üretilme durumu teorik bir imkan olarak tartışılıyor.
Biz burada bu imkan ve dinamikleri ele alarak amaç, meşruiyet, vizyon, yöntem ve toplumsal yapı bağlamda analiz etmeye çalıştık.
Amaç ve meşruiyet: Bugünün yayılmacı devletlerinin yaşadığı en büyük sorun meşruiyet sorunudur. Yayılma ve genişlemeye esas alınan stratejilerin genellikle ekonomik ve ideolojik eksenli olması ise bu sorunun temelinde yatan ana neden oluyor. Güç dengesinin sağlanamadığı düzlemde insan mefhumunu “onurlu” ve “onursuz” olarak parçalarken bütün avantajları güçlü olanın önünde toplayıp güçsüz olanı büyük bir mahrumiyete terk ediyor. Bundan dolayı bugünün Avrupa ve Amerika devletlerinin sıklıkla kullandıkları “özgürlük” kavramı karşı blokta (özellikle İslam coğrafyalarında) genellikle “sömürge” olarak algılanıyor.
Fakat amacın bütün insanları kapsayan ve herkesin ortak ihtiyacı olan değerler üzerinden belirlenmesi meşruiyet sorununu büyük ölçüde çözecektir. Beslenme, barınma, sağlık ve can güvenliği gibi içeriği somut olan değerlerden yola çıkarak inşa edilecek bir sistemin evrensel kabul görme ihtimali oldukça yüksektir. Bundan sonraki aşamada beden, fikir ve inanç özgürlüğü geliyor ki subjektif içerimleri yüksek olan bu değerlerin objektif karşılıklarının net olarak tanımlanması hayati noktayı oluşturuyor.
Osmanlı örneğinde bu sistemi karmaşadan kurtaran ve verimli dengeyi sağlayan etkenin “fetih” şuuru olduğu düşünülmektedir. Nitekim fetih şuuru savaş psikolojisini aşkın bir niyet üzerinden yüceltmekte ve hükmetme arzusuna bağlı saldırgan tutumu kutsal bir amaç karşısında yumuşatmaktadır. Sağlıklı bir fetih şuuru Allah adına karar alırken şahsi hesapların ötesine geçebilme konusunda iyi bir denge sağlayabilir. Fakat
Böyle bir sistem günümüzde iki önemli temel üzerinde yeniden inşa edilebilir. İlk olarak ulus devlet sınırlarını aşan evrensel bir hak ve özgürlük söyleminin geliştirilebilmesi. İkinci olarak bu söylemin politik veya ekonomik bir avantaj elde etmeye yönelik olmadığına dair samimiyetin sağlanması. Nitekim bu, fetih şuurunun karşı tarafta “işgal şuuru” olarak algılanmasının önüne geçmek için de önemli bir dinamiktir.
[i] Osmanlı barışı (pax ottomana) tarihteki roma barışının son modelini Osmanlı tarihçilerinin özellikle batılı tarihçilerin Osmanlı düzenine tabii milletlerin bu idare altındaki uyumunu izah etmek için kullandıkları bir deyimdir… Bkz:
İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, İstanbul: Timaş Yay., 2008, s.11* Sıddık Ağçoban, Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi,
Yazının devamı Yarın Dergisi 4. Sayısında. Satın almak için tıklayınız