Halil Açıkgöz , edebiyat alanında birçok araştırmaya imza atmış başarılı bir ilim adamı. Ortaokul yıllarında başlayan araştırmacılık hayatında Türk Edebiyatı’na bıraktığı en önemli izlerden biri şüphesiz Safiye Erol Hanımefendi’nin eserlerini dönemin matbuatından tarayarak titiz bir çalışmayla yayınlanmaya hazırlamış olmasıdır. Kıymetli Açıkgöz, Sâmiha Ayverdi Hanım ile de birçok hatıra paylaşmış, merhumeye “Anne” diyen bir diğer isim olmuştur. Dergimizin bu sayısında dosya konumuzda Safiye Erol ve Sâmiha Ayverdi Hanımlara yer vermemiz dolayısıyla Halil Açıkgöz ile bir mülakat gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz.
Murat Açıkgöz – Fatma Kutlu
Yarın Dergisi: Safiye Erol ile ne zaman tanıştınız?
Halil Açıkgöz: Safiye Erol ile fiilen, yüzyüze tanışmadık. Ama onu tanımam 1966-1967 yıllarına dayanır. Safiye Erol rahmetli, 1964 yılında vefat etti. Vefatından 2 yıl sonra, orta birinci sınıftan orta ikinci sınıfa geçtiğim yıl tanıdım.
Yarın Dergisi: Tanışmanız nasıl oldu?
Halil Açıkgöz: Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz, Sofi Huri ve Safiye Erol’un birlikte yazdıkları Kenan Rıfâî ve 20. Asrın Işığında Müslümanlık isimli kitabın okunması sırasında. Orta ikinci sınıf öğrencisiyim, kütüphane kolundayım. Kütüphane kolunu da bilhassa seçtim, kitap okuyabilmek ve kütüphaneyi kullanabilmek için. Bütün kitapları hep sözlüklerle okudum. Bu kitabı da Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlüğü’nü kullanmak suretiyle okudum. Kelimelerine baktım, kavram anlamlarına baktım ve tam o zamandan itibaren hep kavramlar üzerinde durdum. Ve arkasından, Safiye Erol’un kitaplarını merak ettim. Baktım doğru dürüst kitabı yok. Kütüphanede bile yok. Daha önce basılmış ve bitmiş. Piyasada da yok. O sıralarda Boğaziçi Yayınları Ciğerdelen’i bastı. Hemen okudum. Ve ne yapabilirim, ne ederim diye düşündüm. Manisa Turgutluluyum, İzmir yakın. İzmir Milli Kütüphanesi’ne dadandım. Cumartesi günleri kütüphaneye gidiyordum. Bir taraftan da fabrikada çalışıyordum yaz tatili olduğu için. Öğleden sonra İzmir’e gidiyordum, kütüphaneden kitap ödünç alıyordum. Böyle böyle zamanla eski yazı da öğrendim kendi kendime. Eski yazı da öğrenmeye başlayınca lise 2. sınıfta İzmir Milli Kütüphane’deki Safiye Erol’un imzaladığı yazıları, kitapları eski dergilerden taramaya başladım.
Yarın Dergisi: Bu çalışmayı bir davet üzerine mi yoksa kendi inisiyatifinizle mi yaptınız?
Halil Açıkgöz: Kendi inisiyatifimle yaptım. Niye? Çünkü 20. Asrın Işığında Müslümanlık isimli kitapta Safiye Erol’un 60 sayfalık bir etüdü var. Etüd, inceleme. Ve orada “Homosaphiens, Homo-mysticus, Mürşid-i Agah” başlıkları ile konuyu ele alır. Hemen bakıyorum homosaphiens ne demek., homomysticus ne demek, mürşid-i agah ne demek… Sözlük elimin altında, böyle okudum. Orada Budizm’den, Buda’dan söz etti. Buda kim diye sordum. Ve İzmir, Kestanepazarı sahaflarında Budizm ile ilgili kitapları aramaya başladım. Önce lise kütüphanesinde Asaf Halet Çelebi’nin Buda isimli kitabını buldum, tatmin etmedi. Arkasından 1967 miydi neydi, Cemil Meriç-Hint Edebiyatı diye bir kitap buldum. Cemil Meriç’i keşfettim. Safiye Erol’un yazılarını toplarken bir taraftan da Cemil Meriç okudum.
Yarın Dergisi: Safiye Erol’un metinlerini, külliyatını okuduğunuzda ne ile karşılaştınız?
Halil Açıkgöz: Bambaşka bir dünya, apayrı. O Kemal Nadirler, Reşat Nuriler, Hüseyin Rahmiler… Gözümde apayrı bir dünya oldu Safiye Erol. Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz ayrı bir dünya oldu. Ve Sofi Huri’nin tercümeleri var, tercümelerini okumaya başladım. Ve apayrı bir dünya. Bu ayrı dünyalar benim de ilgi alanımın netleşmesine imkân verdi.
Yarın Dergisi: Külliyatı toplama girişiminiz ne zaman başladı?
Halil Açıkgöz: O zamandan itibaren. Sadece Safiye Erol değil, külliyat topluyordum ve külliyatla ilgili elimden ne geliyorsa onu yapıyordum.
Yarın: Safiye Erol’u tanımlayacak olsanız nasıl tanımlarsınız? Yalnızca bir romancı kimliği değil, bir münevver kadın profili de var Safiye Hanım’ın. Aynı zamanda bir felsefeci… Şarkta ve garpta eğitimler almış, kendini iyi yetiştirmiş bir aydın Türk kadını profili çıkıyor.
Halil Açıkgöz: Her şeyden önce Safiye Erol bir ayağı kendi medeniyetimizde, diğer ayağı bütün medeniyetleri kucaklayacak şekilde duran bir insan. Bir ayağı bizim medeniyetimizde: Türk İslam Medeniyeti. Ve yazdığı romanlar, yazdığı hikâyeler, gazetede tefrika edilip kalan roman ve Çölde Biten Rahmet Ağacı ile bir dünya kurdu. Çağın romancılarından, yazarlarından çok farklı. Dediler ki, “Efendim, Safiye Erol tanınmadı pek, çünkü sağa da sola da yarayacak, bir şeyler bulunduran bir kimse değildi.” gibi tenkitler de yaptılar. Safiye Erol’u anlamıyor ki. Okumamış ki… Safiye Erol 17 yaşında iken bir bursla Almanya’ya gidiyor, liseyi orada tamamlıyor. Almanya’yı çok iyi biliyor. Orada bir kadının evinde pansiyoner olarak yaşıyor. O sırada kadının tanıdığı kilise papazlarından biri eve gelip gitmeye başlıyor. Kadıncağız bir gün; “Safiye” diyor, “Bu adam niye geliyor bu eve, niye seninle sohbet ediyor biliyor musun?”. “Biliyorum.” diyor Safiye Erol, “O beni Hıristiyan yapmaya çalışıyor.”, “Ama” diyor, “Bilmiyor ki ben onu Müslüman etmeye çalışıyorum.” Safiye Erol her şeyden önce bir edebiyatçı, dilci. Çünkü Münih’te oryantalist mektebinde okudu. Onun bütün fotoğrafları elimden geçtiği için biliyorum. Resimlerinin birinde hocalarının huzurunda doktora imtihanında. Tahtada Orhun Alfabesiyle cümle var. Yani Türkoloji, Münih’te. Oryantalist olarak okuyan biri olarak doktora tezi ne biliyor musunuz? Eski Arap Şiiri’nde, yani Muallakat-ı Seba’da Bitki Adları. Herkes onu felsefe okudu diye biliyor, fakat oryantalizm dalı üzerine tahsil gördü.
(Fotoğraf: Murat Açıkgöz)
Halil Açıkgöz: Safiye Hanım’ın kitaplarının basım süreci nasıl oldu?
Halil Açıkgöz: Matbuat dünyasında iş aradığım için İstanbul’a koltuğumun altında kitaplarla geldim. Nedir o kitaplar? Safiye Erol’un gazetelerde kalmış tefrikaları, makaleleri, yazıları… Dineyri Papazı da, Çölde Biten Rahmet Ağacı da, hikâyeleri de, makaleleri de… Çekirdeği daha ortaokul-lise hayatımda mayalanmaya başladı. Mesela Peyami Safa’nın hikâyelerini neşrettim. Yayınevlerine teklif ettim, satılmaz ki dediler, kaldı. Safiye Erol teklif ettiğim yerler de satılmaz dediler. İstanbul’a geldim, 1972. Kitaplar ne zaman basıldı? 2000’de. Kaç sene olmuş? Bir ömür…Kubbealtı dedi ki; getir şu kitapları, hazırladığını biliyoruz. Ve sonuçta külliyat ancak böyle basılabildi.
Yarın: Safiye Hanım ile ilgili kitap çalışmanız olacak mı?
Safiye Erol Üzerine kendim kitap yazmaya teşebbüs etmedim. Birkaç tebliğ sundum: Safiye Erol’un Edirne’si, Safiye Erol’un “Aşk” anlayışı gibi. Makalelerini okursanız görürsünüz. Yarı hatıra yarı rüya modelini kullanarak bunları yazdı. Sonuçta Safiye Erol ile ilgili çalışmak isteyenlere yardım ederim dedim. Çünkü sadece ben değil, başkaları da çalışsın. Yüksek lisans tezi hazırlayanlar oldu. Münevver Hanım var Konya’da, tezinde ilk o çalıştı. O dahil hepsine yardım ettim… En son Zeynep Tek Hanım doktorada çalıştı. Elimdeki Safiye Erol klasörlerini olduğu gibi verdim. Birlikte Kubbealtı Arşivi’ne girdik. Ekrem Bey’in evine gittik. Zeynep Hanım orada Safiye Erol’un mektuplarını buldu. Sonuçta ben mektupları derlemeye çalışmadım, başkalarına bıraktım. 6 mektubun 5’ini Kubbealtı yayınladı.
Yarın: Safiye Erol üzerine yapılan çalışmaları yeterli görüyor musunuz?
Halil Açıkgöz: Yaşanan körlerle fil hikâyesi. Herkes bir tarafından alıp işliyor. Safiye Erol üzerine birbirinden apayrı 10 tane doktora tezi yaptırabiliriz. Batı’da Shakespeare üzerine bir sürü doktora tezi var.
Yarın: Safiye Erol üzerine vakıf benzeri bir müessese kurma teşebbüsü var mı?
Halil Açıkgöz: Oğulluğu vardı Aydın Bey, o ilgileniyordu, yakın zamanda o da vefat etti. Safiye Erol’la ilgili yapılabileceklerin başında, üniversitelerin ele alması gereken bir nokta geliyor. Bir Safiye Erol Enstitüsü kurulabilir. Bu iş de Edirne’deki üniversiteye düşer. Edirne’de bir üniversite kurulmasını ilk defa dile getiren Safiye Erol’dur zaten. Ve mesela Safiye Erol’un Edirne’sini bir tebliğ olarak Trakya Üniversitesi’ne sundum. Safiye Erol’un İznik’ini sunayım dedim, araya hastalıklar girince sunamadım. Mesela Safiye Erol’un Bursa’sı, Ankara’sı, İstanbul’u… Ki gazetedeki tefrikalarının başlığı İstanbul Sohbetleri’dir. Hatta ben bu isim yaşasın diye, bir gazetedeki yazılarımın başlığını “İstanbul Sohbetleri” koymuştum. Safiye Erol adına böyle bir enstitünün kurulması mümkündür ve bu da Trakya Üniversitesi’ne düşer.
Yarın: Bu röportaj vesilesiyle“Safiye Erol Vakfı” ya da “Safiye Erol Enstitüsü” fikrini yüksek sesle dile getirmiş olduk. Peki, Safiye Hanım’ın eserleri yayımlandıktan sonra gelen tepkiler nasıldı?
Halil Açıkgöz: Yayınlanmaya başladı, kitaplar basılmaya başlandı. Bu arada Dineyri Papazı’ndaki ve Çölde Biten Rahmet Ağacı’ndaki hikâyelerin de arkasının geldiğini gördüler. Murat Belge, konulara hâkimdir, Türk Edebiyatı ile yakından ilgilenir. Dedi ki: “Kanon dedikleri devrin gelip geçici yazarları vardır. Bunlar o devirde yazarçizerler ve unutulurlar. Safiye Erol’a öyle bir yazar diye bakmıştım ama okuyunca gördüm ki hiç de öyle değilmiş.” Murat Belge gibi bir insanda Safiye Erol’la ilgili çalışma arzusu oluştu. Selim İleri de Safiye Erol’u takdirle karşıladı. Ondan sonra tezler yazılmaya başlandı. Safiye Erol konusu daha sonra sosyal medyada da işlenmeye başladı. Hatta bir arkadaşımızın kulağını da çektim. “Uluorta, harc-ı âlem yerlerde bu tür konuları harcama.” dedim.
“Safiye Erol gibi bir isim, harc-ı âlem dünyada harcanmamalıdır.”
Yarın: Safiye Hanım’ın yayımlanmayan çalışması kaldı mı?
Halil Açıkgöz: Her şey yayınlandı. Sadece yarım kalmış romana benzer el yazısıyla tuttuğu notlar var. Fakat yayınlanacak şekilde değildi. Çünkü bu tip metinlerin başı sonu belli olmadığından, nereye çekileceği belli değil. Çünkü yarım kalmış.
Yarın Dergisi: Safiye Erol’un yazılarında en çok neye dikkat ettiniz?
Halil Açıkgöz: Ben her okuduğumun hemen perde arkasına bakarım. Mesela Safiye Erol’un bütün romanlarında bir izlek var. İzlek kelimesini bilhassa seçerek kullanıyorum. Bu konu işlenmeli ama yalapşap işlenmemeli.
Bunun yanında Safiye Erol’un sadece Türk Kültürü ile ilgili değil; Hint kültürü ve Hint İrfanı ile ilgili de Türk irfanı ile ilgili olduğu kadar mühim değerlendirmeleri var. Bunları idrak sahibi olmadan değerlendirmenin imkânı yoktur. Bu da belli bir seviyenin üzerinde bir zekâ ve birikime sahip olmayı gerektirir.
Yarın Dergisi: Safiye Erol ve Samiha Ayverdi Hanımefendiler arasında ne gibi bir tanışıklık, nasıl bir yakınlık vardı?
Halil Açıkgöz: Safiye Erol yaşça Samiha Ayverdi Hanımefendi’den büyüktür. Önce mektuplaşıyorlar ve tabii ki birbirlerinin yazdıklarını, kitaplarını okuyorlar. Ve bir gün Safiye Erol talep ediyor, “Beni Kenan Rıfâî Hazretleri ile tanıştırır mısın?” diyor. “Buyurun.” Diyor Sâmiha Hanım. Haber veriyorlar. Geldikleri sırada Ekrem Bey’in evinin penceresinden sokağa baktıklarında 2 kişi görünüyor, bir hanım ve bir erkek. Hanım kalıcı, erkek gidici buyuruyor Kenan Rıfâî Hazretleri. Yıl 1948. Zaten 1950’de vefat ediyorlar. O iki yıllık şahsi münasebette ortaya çıkardığı değerlendirme o 60 sayfada gizlidir. Orada mesela bir vahdet şokundan söz eder Safiye Erol. Hangi biriniz rastladı vahdet şokuna? Ama o insanın Allah’ın varlığı ve birliğini idrakine, vecdine ve heyecanına sahip insanın tecrübesi ile olur. O böyle bir tecrübeyi yaşadığı için Kenan Rıfâî Hazretleri’ne gelmiştir. O şok getirmiştir onu. Ve onun da mesela üzerinde durduğu kavramlar… Safiye Erol teyakkuz kelimesini makalelerinde yalnızca bir kere, Nihad Sami Banarlı’dan bahsettiği yerde kullanırken, Kenan Rıfâî Hazretleri’ni anlattığı 60 sayfada birçok yerde kullanır. Teyakkuz nedir, uyanık olma. Vahdet şoku uyanıklığı gerekli kılar. O da tasavvufu, yani Allah’ın varlığına ve birliğine ait vecdi yaşayan insanın hayatının mihverinde görülür. Uyanıklık… Her şeyi o vahdet etrafında birlemektir. Bunun mukabili yoktur. Safiye Hanım’ın söylediği kadarıyla Hıristiyan mistisizminde vahdet şoku yoktur. Çünkü onlarda teslis vardır. Onun için tasavvuf dediğimiz başka şeydir, mistisizm dediğimiz başka şeydir. Dostoyevski bir Rus mistiğidir ve o dereceye getirir ki “Tanrı Rus’tur, yaşasın Rus Tanrısı” der.
Yarın Dergisi: Safiye Erol’un tasavvuf anlayışı üzerine birkaç söz daha edecek olursak ne söyleyebiliriz?
Halil Açıkgöz: Buna Kenan Rıfâî Hazretleri’nin bir cümlesiyle cevap vermek boynumun borcu oldu: “Tasavvuf; dilde hiçbir şeydir, gönülde her şeydir.” Bu cümlenin doğru anlaşılması için söylüyorum. Biz cümleleri aynen anlamayı ve kullanmayı severiz ve prensibimiz de odur. Bugün tasavvuf denilen o kadar yaygın ki… Ben bunlara tasavvuf demiyorum, tasavvuf adına edebiyat diyorum. Bunlar tasavvuf anlatmıyorlar, tasavvufun edebiyatını yapıyorlar. Tasavvuf yaşanır, tarif edilmez. Tasavvuf yaşanırsa tasarruftur. Buna da karizmatik dünyasıyla, model olarak Kenan Rıfâî’yi gösteriyorum. Onun hayatında hiçbir şey tasavvufun dışında değildir. Hepsinin ölçüsü vahdettir. Bu aynı zamanda birkaç yazara sirayet eden bir üslup haline gelmiştir. Samiha Ayverdi üzerine bir üslup değerlendirmemde tevhidin üslubu demiştim. Safiye Erol da bir tevhit üslubu müellifidir.
Yarın Dergisi: Ciğerdelen hakkında ne diyebiliriz? Neşredildikten sonra neler yaşandı?
Halil Açıkgöz: Ciğerdelen bizdeki tarihi roman dünyasına gökten gelen bir yıldız gibi düştü. İçinden bakmak… Hem devrinin içinden, hem tarihin içinden… Aile tarihi ve Türk tarihi; Ciğerdelen’de bu iki tarihi birleştirmiş, hem de geçmişte kazandığı hayat tecrübesine sahip çıkmıştır. Zaten Safiye Erol, romanlarında daima “yerinden diriliş/ba’sü ba’de’l-mevt” modelini anlatmıştır adeta. Öyle bir kurgulama ve karizması vardır. Niçin öyle? Çünkü Alman Romantizmi, 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında bir yeniden diriliş edebiyatı olma iddiasındadır. Bunu çok yakından bilir. Onun eserleri, bilhassa Ciğerdelen, o ba’süba’de’l-mevtin romanlaşmış halidir. Romanda Evrenesoğulları yer alır. Evrenesoğulları, Safiye Erol’un soyu. Bir Rumeli ailesi, köklü bir aile. Safiye Erol hangi tarikata mensuptur diye sorarlar. Aile muhiti olarak Bektaşi geleneğinden gelen bir insandır. Bunu makalelerinde de çok güzel anlatmıştır. Zaten annesi İkbal Hanım Sâmiha Ayverdi’nin yazılarında da işlenmiştir. Uzunköprü’de başlayan macera Keşan ve Tekirdağ’da devam eder. Çünkü toprakları oradadır, babası Uzunköprü belediye başkanıdır. Paraya ihtiyacı yoktu ve Safiye Erol yazmaktan başka bir şey yapmadı. Bunun yanında Cumhuriyet Halk Partisi kadın kolları kurucusu ve mensuplarındandır. Bilhassa üzerine basa basa söylüyor.
Yarın Dergisi: Safiye Hanım’ın Osmanlı ve Cumhuriyet’e bakışı nasıldı?
Halil Açıkgöz: Osmanlı zaten makalelerinde de var. Cumhuriyet, ne dedik, ba’süba’de’l mevt. Yeniden dirilişi görüyor devrinde. Bu umûmî bir hava. Sadece Safiye Erol’da değil, Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra yazanların çoğu yeniden dirilme modundadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kuruldu; rejim değişti, devlet ve millet değişmedi.
Yarın Dergisi: Milli Mücadele dönemini de yaşıyor Safiye Hanım. Milli Mücadele’nin üzerindeki etkileri nasıldır?
Halil Açıkgöz: Safiye Erol’un Milli Mücadele’nin arkasından yazdığı yazılarda o hava var. Fakat çığırtkanlığını yapmamıştır. Zaten ideolojik saplantıları olanlar Safiye Erol’da bir şey bulamazlar. Safiye Erol izmlerin karşısındadır. Ondaki irfan, kültür ve medeniyet anlayışı bütün bunların üstündedir.
Yarın Dergisi: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Halil Açıkgöz: Bu soru her zaman sorulur. Eklenecek şey bitmemiştir. Ve sorular da bitmez. Safiye Erol üzerine çalışanlar artsın. Bazı makalelerini değerlendirebilirler. Bazı eserlerini yeni bakış açılarıyla değerlendirebilirler. Safiye Erol konusu bitmez, bitmesin. Safiye Erol ismi bir enstitüye verilebilir, verilmelidir. Safiye Erol Üsküdar’da oturmuştur, Salacak’ta. Karyağdı Sokağı’nda idi evi. Üsküdar Belediyesi’nin herhangi bir ofisine Safiye Erol adı konulabilir. Oradaki ev yapılırken Safiye Erol İstanbul’un çeşitli semtlerinde oturmuş. Oturduğu semtler üzerine de İstanbul ve Safiye Erol başlığı altında birçok makale hazırlanabilir. Bu konular üzerine çalışma yapılabilir. Herkes yapabilir.
Yarın Dergisi: Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Eminim yıllar sonra Safiye Erol üzerine yaptığınız çalışmaların kıymeti daha fazla bilinecektir. Çok büyük bir çalışmaya imza attınız.O verilerin
bu günlere kadar saklanması, tutulması çok ayrı bir iş. Biz Safiye Erol’u tanıdık. İnşallah bizden sonrakilerin onu daha erken tanımaları için bu röportaj ve dosya konusu vesile olur.Bu röportaj Yarın Dergisi 9. Sayı (Haziran – Temmuz – Ağustos 2019) yayımlanmıştır. Röportaj yapıldıktan birkaç ay sonra Halil Açıkgöz’ün vefat etmişti. Aziz hatırasını yaşatmak ve araştırmacıların istifadesine sunmak amacıyla söyleşinin tamamını yayınlamaya karar verdik. Halil Açıkgöz, son röportajını Yarın Dergisine vermişti. Allah rahmet eylesin.