Hatice Büşra Özdemir – Vitrin

“Vitrinler sahte, yansımalar gerçek, telaşlı kalabalık araf”. Beyoğlu’nda yürürken onun aklından geçenler bunlardı. Hayatın hızlıca akıp geçmesi gereken caddeler vardır, İstiklal caddesinde salınarak gezilmez, Mahmutpaşa’da iç ses konuşturulmaz. “İnsan kendisiyle nerede yüzleşmeli?” Tüm İstanbul gibi derdini Eminönü vapurundan denize mi dökmeli? “Klişe” Vitrinler hakkında düşünmeye devam etti. Vitrin nedir? Sahte mükemmellikler, görmek istediklerimiz, pazarlama kombinleri veya görmek istediğimizi düşündükleri şeyler mi? Vitrin camdaki sefil yansımayı unutturması gereken yapaylıklar kümesi. “İnsanların da vitrinleri var” Eskiden vitrini misafir odası olan toplum, şimdilerde sosyal medya hesapları ile kendine yeni bir vitrin oluşturuyor. Bizlerin vitrinciliği “Güzel olanı sergilemek”ten “Herdaim mükemmel”i ispat çabasına dönüştü.

“Ne olmuştu da, dünya; acıları, kaygıları ve korkuları olmayan eksiksiz insanların yaşadığı bir yere dönüşmüştü?” Kendimizle nerede yüzleşeceğiz? Eminönü vapurundan bile denize dökemeyeceğimiz kocaman egolarımız var artık. “Vitrinlerimiz sahte”
–Suriyeliyim, beş çocuğum var, açım, yardım edin! “Oysa Vitrine Yansıyanlar Gerçek!”

N’olmuştu da dünya, kanlı savaşlarda ölen çocukların, vatanını kaybedenlerin ve vahşetin yok sayıldığı bir yere dönüşmüştü?
Ahmet ayakkabıcının vitrininde gördüğü Suriyelilerin yansımasını işte bu şekilde yorumlamıştı “Vitrinler sahte, yansımalar gerçek”. Kendi sahte vitrinlerimize dalıp giderken bazen birden yansımalarla irkiliyorduk.

İnsanı insan yapan şey nedir? Aidiyet? Kimlik? Vatan? Milliyet? Özgürlük? Hergün beş adımda bir karşımıza çıkan Suriyeli kardeşlerimiz neleri kaybettiyse bir çırpıda geçti Ahmet’in aklından. İnsanı insan yapan şeylerdi bunlar.

“Yansımanın gerçekliği çok ağır” bu gerçeği unutup mükemmel vitrine geçmek için en güzel ilaç ise şu kalabalık, bizim güzel arafımız. Seyyar satıcılar, Arap turistler, kendini beğenmişler, kendini hiç beğenmeyenler, varoluşçular, ırkçılar, laikler, saat satan zenciler, kimine göre yobaz, kimine göre dindarlar, ateistler, gökkuşağından devrim devşiren cinsel kimlikçiler. İşte telaşlı arafımız, “toplum”. İlaç mıydı, yoksa zehir mi? Karar veremedi Ahmet. Bizim sahte vitrinlerimizi oluşturan da, marjinal yansımaları oluşturan da aynı toplum değil mi? “Toplum tarafından, topluma karşı, toplumun içinde!” Üniversitede aldığı sosyoloji dersinin birinde, dersin hocası toplumu “Duvar”a benzetmişti. Bu duvar bizim özgürlüğümüzün sınırlarını oluşturan aynı zamanda bize kimlikler biçen bir limitler bütünü değil miydi? “Öyleyse bizim her daim mükemmel sahte vitrinlerimiz güvenli bölgede duvarın içinde, yargıdan uzak takdire yakın. Yansımalar ise duvarın dışında, görmekten zevk duymadığımız gerçekler

nam-ı diğer ‘ötekiler’” . Bu koca araf ise zengini de bencili de mülteciyi de içinde barındıran toplum. Hayat ise her daim vitrin ile yansımanın, makbul ile ötekinin kavgasından ibaret.

Kafasının içinde bütün bu düşüncelerle Karaköy’e kadar inmiş olduğunu fark etti. Yol bitmişti, yansımalar da vitrinler de araf da aklından çıkmalıydı…

Bir Cevap Yazın