Kitap: Gülün Adı, Umberto Eco, İstanbul, Can Yayınları,
2017, 736 s.
“Bizler kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu bir dünyada hoş bir görev bu…”
Uzun zaman var ki bu kitabı okumak istiyordum.
2017 Ramazan bayramına nasipmiş. Daha ilk sayfalarda ne kadar farklı bir kurgunun/metnin/dünyanın karşımda durduğunu anlamıştım. Zaten öyle de değil midir ki? İnsan kendini tamamen vermeyin anlayamaz bazı kitapları. Bu hükmün bir şâhikasıydı sanki bu kitap. Gerek Orta çağ Avrupa’sına gerek ise o zamanların Hristiyanlık teolojisine çok uzak olanların harcı değil hızlı bir giriş yapmak bu kitaba. Kitabı okuyanların ortak kanaati ilk yüz sayfanın bir kritik eşik olduğu yönündeydi. Öyle yazıyordu kitap yorum sitelerinde. Bence iki yüz sayfa bu eşik. Nasıl zor, nasıl girift, nasıl muamma dolu. Osektler, o akımlar, o mezhep kurucuları. Bir mezhebin içinden doğan binbir pare mezhepçik. Birbirine karışan hikayeler. Uzun zaman ve mekân tasvirleri.
Ve bunların içerisine yedirilmiş bir polisiye hikâye örgüsü. Ne kitabı anlatmaya niyetliyim burada ne de uzun uzun tasvir ve tahlile. Ama şunu öğrendim kitaptan ben. Onu da söylemeden geçemeyeceğim galiba: İlâhi olan
la muhatap olanların ya da olmaya çalışanların karşılaştıkları ve halletmeye çalıştıkları meseleler ne kadar da birbirlerine benziyor. Mikro sosyal grup davranışları ne kadar da aynı.Yazının devamı Yarın dergisinde