Eğitenler, eğitilenler ve eğitim yuvaları… Farklı formasyonlar, farklı kültür, inanç ve pratiğin bir kapta yoğrulmaya çalışıldığı bir mutfak. Yöntem, materyal ve uygulayıcı bağlamında beceriksizliğin ve kalitesizliğin arz-ı endam ettiği insan fabrikaları. Ve tüm bunlara rağmen koftiden bir kutsiyet atfı. Kendimizi kandırıyoruz. İnsan gerçeğinin ötelendiği, olmadık kimlik ve ödevlerin gencecik beyinlere yüklendiği bir ortamda eğitime inanmak, bataklıkta gül koklamaya benzer. Bu denli sistemi fetiş haline getirmenin, müfredat ve kazanım gibi akla zarar uygulamaların eğitimimiz adına pek de ümitvar bir geleceği ilham etmediği ortadadır. Bunu görmek için eğitimci olmaya gerek yok. Bir bakkal, dolmuşçu, kırtasiyeci, fırıncı vs. tüm bunlar geride bıraktıkları uzun yıllar süresince müşterileri noktasında izlenimleriyle yukarıda mezkûr ifadeleri teyit edeceklerdir.
Yaşadığı coğrafyaya, bahçesindeki ağaca, köyündeki ırmağa, esen rüzgâra oluş bağlamında yabancı kalan sürünün ferdi tüm coğrafyamıza yayılmış olan algısal bir bağ ile mesafe tanımaksızın sürüde itaatkar haliyle göz dolduruyor. Coğrafya derslerinde harita üzerinde tanıdığı tabiatta nefes almaya yabancı bir insan adayı… Bu algısal networkün kaynağı olan kent ve kapitalist yaşam, coğrafyaları ortadan kaldırıyor. Milyonlarca km ötedeki haz kendisine Anadolu’da müşteri buluyor
. Oysa kapımızın önünde, bir ton akademik, ekonomik evrensel malûmat varsa bunların hepsine beş çeker hazlar ve değerler olduğunu görmek, eğitime bilinç düzeyinde önemli bir katkı yapar.Yazının devamı Yarın Dergisi 4. Sayısında. Satın almak için tıklayınız